RadyoNebi.Gen.Tr
Radyo Nebi Masa Üstü İslami Radyo Dinleme Programı

Radyo Nebi Masa Üstü Program İndirin.

Son mesaj - Gönderen: CeSuR - Salı, 04 Şbtruary 2014 22:36
Ce§uR'un Ayakları Dayanmak Korkağın Ayakları İse Kaçmak İçin Yaratılmıştır (((H.z. Ali)))
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun.
24 Nisan 2024, 03:12:37
Ana Sayfa Yardım Ara Giriş Yap Kayıt
Duyurular:


Sayfa: [1] 2 3 ... 5

 1 
 : 18 Aralık 2013, 23:29:51 
Başlatan CeSuR - Son mesaj Gönderen: CeSuR
Hz. İsmail’i kurban ettirmemek
Saffat suresinin 100-113. ayetleri bir kıssaya (hikâyeye) ayrılmıştır. Ders veren her Kuran ve Hz. Peygamber (s.a.v.) hikâyesi gibi sarsıcıdır bu hikâye.
Bir baba ile oğlunun ürperten, dikkat çeken, sarsan hikâyesidir. Gelin hep beraber hikâyeyi hatırlayalım.

Hz. İbrahim’in hiç çocuğu olmaz. Yaşı 86′ya ulaşmış bu büyük peygamber davasını ve ailesini devam ettirecek temiz bir evlat arzu eder. Allah’tan ister. Ve o arada da “bana bir evlat verirsen O’nu kurban ederim” der. Yüce Rabbimiz, Hacer validemizden Hz.

İbrahim’e bir erkek çocuk nasip eder. Bu çocuğa da İsmail ismi verilir.
Nihayet çocuk 7 yaşına gelince Hz. İbrahim bir rüya görür. Rüyada kendisine evladını kurban etmekle ilgili adak hatırlatılır. Peygamberlerin rüyaları da vahyin bir türüdür. Yani rüyaları onları bağlar.
Hz. İbrahim çaresiz bir şekilde oturduğu Şam’dan Hz. Hacer ve Hz. İsmail’in yaşadığı Mekke’ye gelir. Niyeti evladını kurban etmektir. Ne kadar zor, ne kadar çetin bir hal. Peygamberlerin imtihanı da işte büyük olurmuş!
Odun kesmeye gidercesine
Hz. İbrahim oğlu Hz. İsmail’e bıçak ve ip almasını söyler. Görüntüde odun kesmeye gidiyorlar. Evden uzaklaşırlar. O esnada şeytan Hz. Hacer’e, Hz. İbrahim’e ve Hz. İsmail’e görünür. Hacer’e, “kocan oğlunu kesecek” der. Hz. İbrahim’e “insan oğlunu keser mi” der. Hz. İsmail’e; “baban seni kesmeye götürüyor” der.
Her üçü de şeytanı kovalar ve “Allah’ın hükmüne razı olduk” der.
Oğlum! Bak ne diyorsun
Nihayet Mina-Müzdelife bölgelerine yakın bir yere gelince Hz. İbrahim oğlu Hz. İsmail’i oturtup onunla sohbete başlar. Şöyle der:
“Oğulcağızım! Ben rüyamda seni kurban ediyor görüyorum. Bak bakalım, ne diyorsun bu işe. Babanla konuş bu işi. Bana teslim olacak mısın?”
Bir baba için bunu söylemek ne kadar zor ve, ne kadar ağırdır. Hz. İbrahim bu emri paylaşır. Yüce Rabbin istediğini iletmekte tereddüt etmez. Oğlu Hz. İsmail ise tam bir tevekkül ve teslimiyetle şöyle cevap verir: “Babacığım! Emrolunduğunu yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.
Sana direnmeyeceğim. Senin dediğini tartışmayacağım. Sana neden demeyeceğim. Sen ne ile emredildiysen onu yap. Beni sabreden olarak bulacaksın.”
İkisi de Allah’a teslim oldular
Nihayet Hz. İbrahim ile Hz. İsmail emre uymak için hazırlık yaparlar. Hz. İsmail babasına şöyle der: “Babacığım. Kollarımı arkadan bağla. Sımsıkı. Gömleğimi soy ki kana bulanmasın. Annem görür dayanamaz.”
(Aslında Kuran-ı Kerim iç burkan, merhamet duygularını tetikleyen bu ayrıntılara girmez. Üstü örtülü geçer. Bu ayrıntıyı yorum edebiyatına, rivayetlere, yer yer tarih kitaplarındaki nakillere bırakır. Kıssayı tamamlayan ve aklı zorlamayan rivayetlerdir bunlar ama Kuran-ı Kerim kıssalardaki genel kuralı burada da işletir. İsimlere, ayrıntılara, mekânlara boğmaz mesajı. Net ve keskin çizgilerle olayın özüne bakar.)
Hz. İbrahim oğlu İsmail’i alnı üstü yatırır. Kurban edecektir. İç âlemi elbette buruktur, mustariptir ama karara boyun eğmektedir.

Hz. İbrahim bıçağı çalacaktır ince et parçasına ama Rabbim bıçaktan kesebilme kudretini kaldırmıştır. Bıçak bir pamuk yumağı gibi boyundan geçer.

Hz. İbrahim kendinden geçer, Hz. İsmail kendinden geçer. Bıçak kendinden geçer.
Yüce Allah Halil’i (dostu) olan Hz. İbrahim bıçağa “kes” diyor, ama Halık (Yüce Yaratan) “kesme” diyor. Hangi bıçak kesebilir ki.
Ateş yakar elbette ama Yüce Allah yakma derse ateşe, hangi ateş Hz. İbrahim’i yakabilir ki. İşte bu da aynı böyledir. Kuralları koyan Yüce Kudret o kuralları (Sünnetullah’ı) başka kurallarla değiştirir. Güç onun, kudret onun, mal O’nun, mülk O’nun, söz O’nun, kalem O’nun, iktidar O’nun, hüküm O’nun. Kimin haddine karşısında söz söylemek, kelam sarf etmek.
Büyük bir kurban ile yarayı sarmak
Kuran-ı Kerim büyük bir kurbanın (kurbanlığın) Hz. İbrahim’e verildiğini haber veriyor.
Hz. İbrahim kararlılığını ve fedakârlığını, Hz. İsmail’in ise teslimiyetini hep konuşmuşuz ama Yüce Allah’ın Hz. İsmail’i kestirmemesini nedense hep geçmişizdir. Yüce Allah’ın engin rahmetini. Bir babayı evladını boğazlamayla imtihan eden Rabbin en son demde babayı bu ağır imtihandan çıkarması. Lütfetmesi. Boğazlatmaması. Evladının kanına babanın elini bulaştırmaması. Babadan daha merhametli olması. Sonra Rabbe teslim olan o çocuğa (Hz. İsmail’e) peygamberlik vermesi ve onu Hz. Muhammed’in (s.a.v.) dedesi yapması.

Fedakâr babayı, cefakâr babayı ve tevekkül eden evladı konuşan bizler ne yazık ki “Merhametli Allah’ı” ne az konuşuyoruz. Bütün sahip olduklarımızın O’nun merhametli bir dokunuşunun eseri olduğunu hep göz ardı ediyoruz. Rabbi hakkıyla bilmeden Rabbin nimetini nasıl takdir edebiliriz ki.

Yüce Rabbe tam teslim olmadan ne Halil olan Hz. İbrahim’i ve ne de Halim olan Hz. İsmail’i anlayamaz.
Babamız Hz. İbrahim’in sünneti
Kurbanı keserken Hz. Peygamber (s.a.v.) hicretin ikinci yılından itibaren hep böyle buyurdu. “Bu babanız Hz. İbrahim’in sünneti -adeti-dir.” Bu nedenle de Kurban Bayramı’nda kurban vacip veya müekked (güçlü) sünnet kabul edilmiştir. Usulüne uygun hayvanlara eziyet etmeden, Kurbanı kesmek her Müslüman için bir ibadettir. Bunu ihmal etmemek lazım. Rabbim kurbanlarınızı makbul etsin niyetinizi Allah için eylesin. Zira kesilen kurbanın eti ve kanı değil ancak takva dolu niyetleriniz Yüce Allah’a çıkar.

Bize neler oluyor?

Gazeteleri okuyor musunuz? Haberleri izliyor musunuz? Twitter’ı takip ediyor musunuz? İnternetten yazışmalara bakıyor musunuz?
Bütün bunlardan sonra siz de benim gibi ürpererek “Bize neler oluyor” diyor musunuz? Demiyorsanız lütfen şu yazdıklarıma bir göz gezdirin.

-
9 yaşındaki kız annesiyle beraber yaşayan kişi tarafından işkence edildi ve dövüldü. Küçük kızın beyin ölümü gerçekleşti. Organları bağışlandı. Küçük kızın ellerinde sigara yanıkları varmış.
- İşyeri çalıştıran genç akşam dövüldü. Hastaneye kaldırıldı. Kalabalık bir grubun dövdüğü genç hastanede öldü.
- Bir genç ve yanındaki kadın tarandı. Hayatlarını kaybettiler.
- Sevgilisiyle bir olup kocasını kesti.
- Karısını döverek öldürdü. Buna benzer binlerce haber. Her gün her mahallede bir facia.

Twitter’daki kutuplaşma vicdanı ve sağduyu şaşırtacak kadar keskin. Biri “Herkese merhaba” diyor. Ötekiler “Ne istiyorsun, derdin ne, hayrola, nereden esti, bir şey mi istedin” diye cevap veriyor.

Biri “idam edilenleri rahmetle hatırlayalım” diyor, ötekiler; “şu günahını ne yapacaksın, ya hatasını” diye cevap yazıyor. Siz “idam kötüdür” diyorsunuz öteki günahından bahsediyor. Hani “dinime sataşan Müslüman olsa” dersiniz ya sanki kendisinin hiç günahı yokmuş gibi.
İnsanların kusur ve günahını sorgulayanlara bakın, onların günahı ve kusuru inanın herkesten daha çoktur.

Haramdan kazanma, yağcılık, tahammülsüzlük, rantçılık, benmerkezcilik ve ne kadar “Kabahatli ruh hali” varsa hepsi bizde zirve yapıyor.

Lütfen biraz vicdan. İman… Ahlak… Hassasiyet… Merhamet… Ahret ve hesap duygusu. Herkes etrafıyla şöyle bir hesaplaşsın. İnanınız ki. Biz bu değiliz. Bu olmamalıyız.

Cahiliye çağı Arapları kız çocuklarını diri diri gömüyorlardı. Nemrut, Hz. İbrahim’i yakmaya çalışıyordu. Hz. Musa döneminin firavunu erkek çocukları kesiyordu. Sodom ve Gomore halkı çarpık ilişkiler içindeydi. Lut’un (a.s.) kavmi cinsel sapkınlık ve azgınlık içindeydi.


Nuh Peygamber’in, Şuayib peygamberin kavmi ve diğer azgın olanları ticarette haksızlık ediyor. Zulmediyor veya puta tapıyorlardı. Belki şu saydığım günahlardan sadece birisi bile onların helak olmalarına sebep oluyordu. Toptan yok ediliyorlardı. Cezalandırılıyorlardı.

Gazeteleri okuyun. Çevreye bakın. İnterneti kurcalayın. Dünyayı gözleyin. İnanınız diğer milletleri yok eden bu günahların hepsi bizde mevcut. Hem de en modern ve örtülü halde.
Saffat Suresi 100-113. Ayet meali
100. O: “Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlat ver” dedi.
101. İşte o zaman biz onu uslu bir oğul ile müjdeledik.
102. Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: “Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin” dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi.
103. Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırınca:
104. Biz ona: “Ey İbrahim!” diye seslendik.
105. Rüyayı gerçekleştirdin. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız.
106. Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır.
107. Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik.
108. Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık:
109. İbrahim’e selam! dedik.
110. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız.
111. Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandır.
112. Sâlihlerden bir peygamber olarak O’na (İbrahim’e) İshak’ı müjdeledik.
113. Kendisini ve İshak’ı mübarek (kutlu ve bereketli) eyledik. Lâkin her ikisinin neslinden iyi kimseler olacağı gibi, kendine açıktan açığa kötülük edenler de olacak.
Doç.Dr.Nihat Hatipoğlu Sabah Gazetesi

 2 
 : 06 Aralık 2013, 17:48:08 
Başlatan CeSuR - Son mesaj Gönderen: CeSuR
Peygamber Efendimiz’in vefatından yıllar sonra dahi her fırsatta onu hayırla yâd ettiği, onun geride bıraktığı dostlarıyla yakından ilgilendiği kişi kim?
Ve o isim ne yapmıştı ki, Efendimiz kendisine böylesi bir alaka gösteriyordu?
Eline aldığı kuru bir hurma dalına dayanarak Resûlüllah’ın kapısına kadar gelmiş olan yaşlı bir kadın, içeri girmek arzusunu izhar etmesi üzerine:
- Yâ Resûlâllah, kim olduğunu bilmediğimiz bir ihtiyar kadın, zâtınızı görmek istiyor, dediler. Resûl-i Ekrem Hazretleri:
- Müsaade edin, gelsin, buyurdular. İhtiyarlıktan âdeta rükû eder halde duran kadın, hurma dalından edindiği asâsına dayana dayana Efendimiz’in kapısından içeri girdi.
Bir-iki adım ilerledikten sonra, kendisini tanıyan Allah Resulü hemen ayağa kalktılar; altlarındaki içi hurma lifi dolu minderlerini göstererek oturmasını istediler.
Peygamberimiz’in bu kadına gösterdiği hürmet ve alâka, orada hazır bulunan Hazret-i Ömer’in dikkatini çekti.
Hatta kim olduğunu merak ettiği yaşlı kadına gösterilen bu ikramı, biraz da fazla gibi bulduğu içindir ki, kalkıp gittikten sonra:
- Yâ Resûlâllah, bu kadın kimdi ki, kendisine ayağa kalkacak kadar hürmet ettiniz, minderinizi verecek kadar alâka gösteriniz, dedi.
Efendimiz’in cevabı tek cümleden ibaretti: - Bu kadın, bizim Hatice’nin dostlarındandı!
Efendimiz, Hz. Hatice’yi niye bu kadar seviyor?
Burada aklımıza şöyle bir soru geliyor: Peygamber Efendimiz, senelerce evvel vefat etmiş olan Hatice validemize, neden bu kadar alâkâ duyuyordu ki, onun dostlarına bile ayağa kalkıyor, minderlerini vermek kadirşinâslığında bulunuyorlardı?
Hatice validemizin kendisini bu derece sevdiren hususiyeti ne idi? Bu sualin cevabını da Hazret-i Âişe validemizin hazır bulunduğu bir mecliste cereyan eden şu hatırada bulmak mümkündür.
Efendimiz, bir aile sohbetinde, Hazret-i Hatice validemizi uzun uzun yâd etmiş; bazı hatıraları yeniden anlatarak, geçmiş günlerini dile getirmişti. Hazret-i Âişe validemiz:
- Yâ Resûlâllah, senelerce evvel ölüp gitmiş olan bir yaşlı kadını, bu kadar hatırlayıp yâd etmekte ne fayda var? Allah, size, ondan daha genç ve güzelini ihsan etmiş; ağzında dişi bile kalmamış bir ihtiyar kadın yerine daha gencini vermiştir, dedi.
Âişe validemizin bu sözlerine karşı Allah Resulü’nün, Hz. Hatice validemizi niçin unutmadığını bildiren şu cevaplarını, dikkat ve ibretle okumaktayız:
Âişe! Seneler geçtiği halde Hatice’yi unutmayışım, onun dış güzelliğinden değildir.
Herkes beni red ve inkâr ettiği zaman, Hatice bana inandı ve tasdik etti. Etrafımdakiler bana, yalancısın, dediği zaman; Hatice bana, doğru söylüyorsun, asla çekinme, dedi.
İnsanlar benden bir pulu esirgediği zaman, Hatice, bütün servetini önüme sürerek, “Bunların hepsi emrindedir, istediğin kadar harcayabilirsin” dedi.
Dünyada yalnız kaldığım günlerde, Hatice, benden asla geri kalmadı; “Bunların hepsi geçicidir, üzülme, ileride bu güçlükleri kolaylıklar takip edecektir” dedi.
İşte ben, Hatice’yi, bu fedakârlıkları için unutmuyorum!
Eşe olan vefayı görüyor musunuz? Efendimiz’den öğreneceğimiz ne kadar çok şey var.
Bunun için elbette onun hayatını didik didik etmeli, kare kare okuyup günümüze dersler çıkartmalı değil miyiz?

 3 
 : 06 Aralık 2013, 17:34:53 
Başlatan CeSuR - Son mesaj Gönderen: CeSuR

Allah Resulü (a.s.) bizi bir seriye hâlinde (cihada) göndermişti.
Cuheyne kabilesinden Hurakat’a bir sabah baskın yaptık.
O sırada ben bir adama yetiştim. O, la ilahe illallah, dedi.
Ben kargımı ona sapladım. Bu işten gönlüme bir şüphe düştü.
Sonra bunu Hz. Peygamber’e anlattım. Allah Resulü (a.s.):
“La ilahe illallah dediği halde onu niçin öldürdün?” diye sordu.
Ben, ey Allah’ın Resulü! O, bunu ancak silahtan korktuğu için söylemiştir, dedim.
“Onu kalbinden söyleyip söylemediğini bilmen için kalbini mi yardın?” buyurdu
ve bu soruyu bana karşı hiç durmadan tekrar ediyordu. Nihayet ben o gün müslüman olaydım (da bunları duymasaydım) diye temenni ettim.

(Hadisi rivayet eden dedi ki) Sa’d Allah’a yemin ederim ki, Üsame’yi kastederek, iki karıncıklı öldürmeye kalkışmadıkça ben hiç bir müslümanı öldürmem, dedi.


(Ravi der ki) Birisi ona: Allah, fitne ortadan kalkıp din tamamiyle Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşınbuyurmadı mı? dedi. Bunun üzerine Sa’d “Biz, hiç bir fitne kalmayıncaya kadar savaştık. Sen ve arkadaşların ise bir fitne meydana gelsin diye harp etmek istiyorsun” karşılığını verdi.
Sahih-i Müslim

 4 
 : 06 Aralık 2013, 02:54:19 
Başlatan CeSuR - Son mesaj Gönderen: CeSuR
Ben seni ALLAH icin seviyorum” de
Bir gün Peygamber Efendimizin huzuruna gelen bir kimse,
Oradan kalkip gitmekte olan bir baska müslümanin arkasindan :
“Ya Rasulullah, ben bu giden adami seviyorum”
…demisti….
Peygamberimiz (S.A.V) ona
“öyle ise ona kendisini sevdigini bildir”
buyurdu…
bunun üzerine o zat o kimsenin arkasindan gitti, ona yetişti ve :
“Ben seni ALLAH icin seviyorum”
dedi…
bunun üzerine o Müslüman:
“Öyle ise beni ugrunda sevdigin Allah da seni sevsin”…
diye dua etti….
(Ebu Davud)

 5 
 : 06 Aralık 2013, 02:49:44 
Başlatan CeSuR - Son mesaj Gönderen: CeSuR
İhlâs Suresi iç içe sırlarla, dünya ve âhiret mutluluğu ile dolu, fazileti ve sevabı saymakla bitmeyen bir suredir.
Halk dilinde “Kul hü” olarak da anılan İhlâs’ı yediden yetmişe herkes bilir.
İhlâs’ın içinde barındırdığı esrarı Peygamberimiz Efendimiz’den (S.A.V) öğreniyoruz.

Ebû Hureyre anlatıyor: Bir gün Allah Resulü (a.s.m.) “Toplanınız, size Kur’ân’ın üçte birini okuyacağım” buyurdu.

Bunun üzerine toplanan toplandı. Sonra Resulullah (a.s.m.) hane-i saadetlerinden çıktı, geldi, Kul huvallâhu Ehad’i okudu ve tekrar hane-i saadetlerine girdi.
Biz kendi aramızda şöyle konuştuk: “Resulullah (a.s.m.) ‘Size Kur’ân’ın üçte birini okuyacağım’ buyurmuştu. Ben kuvvetle tahmin ediyorum ki, bu, kendisine gökten gelen bir haberdir.”
Daha sonra Resulullah (a.s.m.) çıktı, geldi ve şöyle buyurdu: “Size Kur’ân’ın üçte birini okuyacağımı söylemiştim. Dikkat ediniz, o sure Kur’ân’ın üçte birine denktir.”
İhlâs Suresi hem dünyanın hem de âhiretin mutluluk vesilesidir. Bu iki sırrı Peygamberimiz şöyle dile getirir:
“Günde iki yüz defa İhlâs Suresi’ni okuyan kimsenin, borcu hariç elli senelik günahı bağışlanır.
“Uyumak için yatağa giren kimse sağ tarafı üzerine yatar, sonra yüz defa İhlâs Suresi’ni okursa; kıyamet gününde Cenab-ı Hak o kula şöyle der:
“Ey kulum! Cennete sağ taraftan gir.”
İhlâs Suresi sevginin bir alameti, cennetin bir anahtarı mesabesindedir.
Kuba Mescidi’nde imamlık yapan bir sahebi vardı. Namaza durunca önce İhlâs Suresi’ni okur, ardında istediği bir sureye geçerdi. Her rekâtta böyle yapardı. Cemaatten arkadaşları kendisine:
“Sen bu sureyi okuyorsun, sonra da onu yeterli bulmayarak başka bir sure okuyorsun. Ya sadece bu sureyi oku veya onu bırak, başka bir sure oku” deyince:
“Ben bu sureyi bırakacak değilim. Bu sure ile size namaz kıldırmamı istiyorsanız kıldırırım, istemiyorsanız sizi bırakırım” cevabını verdi.
Sonra durumu Resulullah’a (a.s.m.) bildirdiler. Resulullah (a.s.m.), kendisine “Cemaatinin sözünü ettiği şeyden seni alıkoyan ve her rekâtta bu sureyi okumaya seni sevk eden sebep nedir” diye sordu.
“Yâ Resulallah, ben bu sureyi seviyorum” dedi.
Bunun üzerine Resulullah (a.s.m.), “Bu surenin sevgisi seni cennete girdirecektir” buyurdu.
Bediüzzaman hadislerde geçen sevapların bir mübalağa/abartı olmadığını bir misalle şöyle açıklar:
Meselâ, içinde mısır ekilmiş bir tarla farz edelim ki, bin tane ekilmiş. Bazı habbeleri yedi sümbül vermiş farz etsek, her bir sümbülde yüzer dane olmuşsa, o vakit tek bir habbe, bütün tarlanın üçte ikisine karşılık olur.
Meselâ birisi on sümbül vermiş, her birinde iki yüz dane vermiş. O vakit bir tek habbe, asıl tarladaki habbelerin iki misli kadardır. Ve böylece kıyas et.
Şimdi, Kur’ân-ı Hakîm’i, nurlu, kutsi semavi bir tarla olarak düşününüz. İşte, her bir harfi, asıl sevabıyla birer habbe hükmündedir. Onların sümbülleri nazara alınmayacak.
Meselâ, Kur’ân-ı Hakîm’in üç yüz bin altı yüz yirmi harfi olduğundan İhlâs Suresi besmeleyle beraber altmış dokuzdur. Üç defa altmış dokuz, iki yüz yedi harftir.
Demek, İhlâs Suresi’nin her bir harfinin sevabı bin beş yüze yakındır. İşte, buna kıyas edilerek başkalarını da tatbik etsen, ne kadar lâtif, güzel, doğru ve mübalağasız bir hakikat olduğunu anlarsın. (Sözler, “Yirmi Dördüncü Söz, Dokuzuncu Asıl”)

 6 
 : 06 Aralık 2013, 02:39:20 
Başlatan CeSuR - Son mesaj Gönderen: CeSuR
Bedir günüydü savaş kazanılmış.

70 esir ele geçirilmişti. Allah Peygamber’e Cibril vasıtasıyla bu 70 esirin akıbeti için, Ömer ve Ebu Bekir’ e danışması emrini verdi..
Peygambere her hususta şu ikiye danış emri gelmişti. ( Ömer ve Ebu bekir’e) danış Emri …
- Ya Ebu Bekir bugün düşmanlarımızdan Allah’ın yardımıyla 70 tane esir elimize geçmiştir. Sen ne düşünüyorsun?
- Ya Resulullah; Onları fidye karşılığı serbest bırakalım. Belki onların arasından gelecekte, Allah’ın yoluna baş koymuş her işte Allah’ın yolunu gözeten müminler çıkar.
Peygamber hoşnut oldu. Sonra;
- Ey Hattabın oğlu ; Allah ikinize her hususta danışmamı emretti ya Sen ne dersin?
- Ya Resulallah ben şunu derim ki; Akili Ali’ ye kardeşini Ebu Bekir’e benim amcaoğlumu da bana verin. Biz bunları öldürelim. Böylelikle Allah görsün ki içimizde onun düşmanlarına hiç sevgi yoktur.
Peygamber onaylamadı. Ebu Bekir’i kastederek;
- Ya Ebu Bekir sen Meleklerden Mikail gibisin onların üzerine rahmetle inersin. Enbiyada İbrahim gibisin ” Ya Rabbi düşmanlarını mağfiret et ” demişti.
Sonra da Ömer’i kastederek;
- Ya Ömer senin kalbin kayalardan daha serttir. Meleklerden Cibril gibisin o azabla iner yere Enbiya da Nuh gibisin ” Ya Rabbi ümmetinden sana uymayanlara azabını indir ” demişti..
Sonra ki gün Ömer perişan, nerede Peygamber ve Ebu Bekir’i arasa yok nihayet ümidini kaybetmişken, bir dağın yamacına ulaştı. Peygamber ve
Ebu Bekir ağlamaktan perişan..
Hz Ömer Onlara yetişti..
- Anam Babam sana Feda olsun Ya Resulullah ; ” Neden ağlıyorsunuz ? …
- Peygamber yüzünü döndü.
- Dün Allah senin ve Saad bin Muaz’ı tasdik etti ve Azabı üzerimize çöktü.
- Şu Uhud dağını görüyor musun? Azab o dağa kadar geldi dağa çarptığı gibi geri döndü. Eğer azab gerçekleşseydi Sen ve Muaz dışında kimse kurtulamazdı..
- Yani Allah’ın Ayetine siz muktedir oldunuz biz helak oluyorduk işte bu yüzden ağlıyoruz ya Ömer…

 7 
 : 04 Aralık 2013, 02:02:38 
Başlatan CeSuR - Son mesaj Gönderen: CeSuR
Abdurrahman Önül


01.12.1973 yılında Bayburt ilinin bir ilçesinde Müslüman dünyasına gözlerini açtı. Kendisi İstanbul’da İmam Hatip lisesini okudu. Daha çocuk yaşlarda İlahi müziklere hevesliydi. Kendisi geçmiş yaşantısında birçok müzik kurslarında eğitim almış ve her kursunu başarıyla bitirmiştir. Kendisi bir çok müzik aletlerini kullanmaktadır. 1990 yılları arasında “Yalvar Allah’a” adlı albümüyle müzik piyasasına ilk adımlarını attı. Bugüne kadar 30 üstü albüm çıkartan Abdurrahman Önül’ü Türkiye’de olmak üzere tüm Avrupa ülkelerindeki Müslümanlar sevgiyle dinliyor ve destekliyor. Son çıkardığı “Kerbela” albümü olsun “Medine Gülü” olsun satış rekorlarını kırmanın yanı sıra internet üzerinden bile dinlenme rekoru unvanını elinde bulunduruyor. Bu İlahi sanatçımızın böyle güzelim Dini başarılar altına

imzasını atmasını tebrik ediyor, Allah bu yoldaki azimliliğini ve başarısını sürdürsün diliyoruz.

 8 
 : 04 Aralık 2013, 01:48:28 
Başlatan CeSuR - Son mesaj Gönderen: CeSuR
RABBİN  sana  küsmedi !


O`nunlasın her zaman... bütün internet bağlantılarından daha hızlı,

tüm kısa mesajlardan daha doğrudan, tüm plastik kahramanlardan daha gercek,

tüm tv dizilerinden daha dostça.

O varken ``yalnızlık sadece bir kelimedir. O`na yakın olduğun oranda yalnız değilsin,

O`ndan uzaklığın oranda yalnızsın.

sana şefkat eden bir Rabbin var, sahipsiz değilsin.

O seni ve diğerlerini şefkatle terbiye ediyor.

herkesi merhametinin kucağında ağırlıyor.

O seni sevdiği için var eyledi.

senin varlığından hoşnut.

senin varlığın O`na yuk değil.

büyük bir ateşten küçük bir çıra tutuşturulsa,

ateşten ne eksilir?

yaşaman O`na ağır gelmez.

ayrılıklara ve vedalara üzülüyorsun,

sevdiklerin gidiyor, sevenlerin uzaklara dağılıyor.

kalbin acı çekiyor ağlıyor,

merak etme acı çektiğini senden daha iyi biliyor.

her şeyin dağıldığı gün, her işin sonlandığı gün sana ve sevdiklerine sahıp çıkacaktır.

yitırdıklerinin hepsini sana iade edeceğini sana söz veriyor.

en kötü zamanlarında yanında olan sadece O`dur.

kötülüğün yanında kötü olduğu tek varlık O`dur.

O`nun mesajları dunyanın gel geç yüzüne kanmaman içindir.

güvertede kimi eğlencelerle mutlu olmak engin denızleri görmeni engeller.

seni sevenler, sevgililer, dostlar, sendeki kimi özelliklerın için sevdi çoğu kere,

kaşın, gözun, boyun, posun, zekan, en gösterışli, en sağlıklı, en guzel... vs.

en` lerini sevdiler ama en duskun, en hasta, en anlayışsız hallerini değil.

seni varolduktan sonra sevdiler, O ise seni varolmadan sevdi.

senden sadece verdiklerine tesekkur etmek istiyor,

hem böylece sana sonsuzu vereceğini müjdeliyor.

sen O`na nankörluk etsende O senden kudret elini çekmiyor.

sen O`nu unutsanda, O sana küsmüyor... seni sevenler,

seni sen varolduktan sonra sevdi.

seni sevenler için önce var olman gerekliydi.

yoksa nasıl severlerdi seni?

yok olanı kim sever ki?

bir zamanlar yoktun.

sen yoktun,

seni sevenler yoktu.

sen kendi yokluğunun farkında değildin.

Rabbin seni yoklukta buldu.

seni yoktan varetti.

seni hiç yokken sevdi.

seni sevdiği için varetti.

başkaları seni varolduğun için sevdi,

Rabbim seni şartsız sevdi,

seni sevmesi için var olman bile gerekmedi.

sık sık Onu unutsanda, geçmişte verdiğin Söz`e ihanet etsende,

en ufak yönelişinde sana dağlarca koşan kim?

öyleyse varolmak, buyuk ve kutsal bir muhabbettin,

karşılıksız bir sevginin muhatabı olmak değil de nedir?

varolmak, seni senden öte sensiz de seven bir Rabbi tanımaktan,

O`nun yoluna adanmaktan başka nedir? dostların bile çoğu kez hatasızlık bekliyor senden.

hata ettiğinde şaşırıyorlar, küsüyorlar,

hatalarını bir türlü yakıştıramıyorlar sana.

bilmeden hata etsen bile affetmekte zorlanıyorlar.

yanlışından dönsen de, eskisi kadar kolay sevemiyorlar.

en yükseklerdeyken bir anda gözden düşüyorsun.

oysa Rabbin hata edebileceğini biliyor, Yaratan bilmez mi?

kusurlarının olabileceğini sana açıkça söylüyor.

bağışlayacağını en başından kulağına fısıldıyor.

senden sadece hatanı kabullenmeni istiyor.

içten içe duyduğun pişmanlığı bile özür sayıyor.

affediyor, affederek seviyor, severek affediyor

ANCAK KUSURSUZ BİRİ KUSURSUZLUK BEKLENTİSİNDE DEĞİLDİR.

sevenler seni yaptığın hatalardan dolayı yüzüstü bırakmadı mı?

bir çok kez eleştirip mahkum etmedi mi?

ya Rabbine karşı yaptığın hatalar, üstüste yığsan göğe yololur.

O İSE SENİ HEDİYELERE BOĞMAKTAN GERİ DURMUYOR,

YERYÜZÜNÜN NİMETLERİNİ ÖNÜNE SERİYOR... hayatını bir yokla; ne kadar kuyruk var.

otobüste, minibüste, bankada, okulda, yemekhanede...

kuyruğa her girdiğinde kendini sıradan biri görmeye başlıyor musun?

kendini önemsiz, işe yaramaz bile görmeye başlayabilirsin.

AMA RABBİN ÖYLE DAVRANMAZ SANA.

seni sıraya koymaz.

O`na her zaman, her yerde, istediğin kadar yakınsın.

sana şahdamarından bile yakın olduğunu bildiriyor.

SANA SENİN KENDİNE YAKIN OLDUĞUNDAN DAHA YAKINDIR O.

O`nun bakışında sıradan biri değilsin; önemlisin; önceliklisin.

başkalarınıda öncelemesi, sonraya bırakmasını gerektirmez.

sen başka herkes kadar önemlisin, O`nun için biriciksin.

istediğin şeyi, istediğin kadar, istediğin gibi isteyebilirsin.

Rabbinin memurları olan melekler sana birinci bir sınıf bir ilgide,

anında hizmet sunmaya hazır bekliyorlar.

O`NUN GÖZÜNDE HEP BİRİNCİ SIRADASIN, HEP ÖNDESİN,

O`NUN GÖZÜNDE HEP GÖZDESİN,

O SENİ KUYRUKTA BEKLETMİYOR, SIRAYA SOKMUYOR. yeniden hatırla; dışardan gelirdin oyun oynayıp hava kararınca

annen sen çoğu kere elbiseni temiz tuttuğu için sevdi.

matematik dersinde iyi not alınca öğretmenin aferin dedi,

başaramayınca gözünden düştün zayıf verdi.

devlet seni kurallara tamamen uyunca sevdi.

hırçın bir çocuk düşün, kendisinin kalkabileceğini söyler,

yardıma ihtıyacı olmadığını haykırır,

herşeyın üstesınden gelebıleceğini idda eder,

çamurun içinde öylece debelenir,

atılan ipler onu kurtaramaz her zaman,

Kudret sahıbı yaratanın iplerıyse göge tuttulmuştur,

diğer naylon iplere benzemez.

sen O`na isyan etsende seni gözden çıkarmıyor.

O kuluna ne halin varsa gör demiyor,

SEN O`NU UNUTSANDA SENİ YÜZÜSTÜ BIRAKIP GİTMİYOR. 



(BAHADIR UYSAL


 9 
 : 04 Aralık 2013, 00:59:38 
Başlatan CeSuR - Son mesaj Gönderen: CeSuR
Efendimiz;
1. Efendimiz, söylediği hakikatleri bizzat yaşayarak hayatıyla göstermiştir.
2. Dinî yükümlülükleri tedrîcî (yavaş yavaş, basamak basamak) bir sistemle öğretmiştir.
3. Öğretmede orta yolda durmaya ve insanları bıktırmaktan uzak durmaya riayet etmiştir.
4. Öğrenenler arasındaki kişisel farklılıkları göz önünde bulundurmuştur.
5. Karşılıklı konuşma ve soru-cevap şeklini kullanmıştır.
6. Yanlış düşünceyi söküp atmak ve gerçek doğru bilgiyi net bir şekilde muhatabın kafasına yerleştirmek için aklî ölçüleri kullanmıştır.
7. Bizzat kendi mübarek zatıyla talimde bulunmuştur.
8. Mukayese ve örneklendirme metodunu kullanmıştır.
9. Benzetme ve halk arasında yaygın olarak kullanılan örnekleri kullanmıştır.
10. Anlattığı hususu, elinde herhangi bir şey ile yere ve toprağa çizerek bizzat göstermiştir.
11. Sözle beraber jest ve mimiklerini kullanmış ve el ile işaretlerde bulunmuştur.
12. Önemine binaen, halin mümkün kıldığı bir nesneyi bizzat eline almış, eliyle kaldırmış ve arkasından söyleyeceği hususu söylemiştir.
13. Muhataplarından bir soru gelmeden söze önce kendileri başlamıştır.
14. Muhatabının sorusuna eksik ve fazla olmadan cevap vermiştir.
15. Muhatabının sorusuna, onun ihtiyacına binaen sorduğundan daha fazlasıyla cevap vermiştir.
16. Muhatabını, güzel bir hikmete binaen, sorduğu sorudan daha önemli bir hususa yönlendirdiği de olmuştur.
17. Soru soranın sorduğu soruyu tekrarlamasını istemiştir.
18. Muhatabın aldığı cevabı tekrar etmesini istemiştir. Böylece cevap unutulmayacaktır.
19. Bildiği bir husustan dolayı kişiyi imtihan etmiştir ki bununla doğru cevap vereceği için kişiyi sena etmek, övmek istemiştir.
20. Önünde olan bir olaya karşı susma yolunu tercih etmiştir.
21. Öğretme esnasında meydana gelebilecek imkan ve fırsatları değerlendirmiştir.
22. Latife ve şaka yoluyla öğretmeyi tercih etmiştir.
23. Öğrettiği hususu yeminle tekit etmiş perçinlemiştir.
24. Öğretilen hususun önemine binaen sözü üç kere tekrar etmiştir.
25. Konunun önemini oturuşunu ve duruşunu değiştirerek ve sözü tekrar ederek göstermiştir.
26. Cevabı geciktirerek muhatabın sorusunu tekrar etmesini sağlayarak onu uyarmıştır.
27. Muhatabı intibaha sevk etmek için, onu omzundan veya elinden tutmuştur.
28. Muhatabı teşvik için veya onu sıkıntıya sokacak bir durumdan dolayı, bazı hususların gizli kalmasını yeğlemiştir.
29. Söyleyeceği hususun hafızalarda daha iyi yer etmesi veya ezberlenmesi için, sözü kısa ve öz bir şekilde ifade etmiş, daha sonra ise ayrıntılarına geçmiştir.
30. Cevabın birkaç madde ile verileceği durumlarda önce cevabın kaç maddeden oluştuğunu bildirmek için sayıyı söylemiş daha sonra saymıştır.
31. Va’z etme, nasihat etme ve öğüt verme metodunu kullanmıştır.
32. İnsanların şevklerini kamçılama veya neticesi elem verici hususlardan şiddetle uzaklaştırma (Tergib ve terhib) metodunu kullanmıştır.
33. Kıssa ve geçmiş ümmetlere ve insanlara dair haberlerle öğretme metodunu uygulamıştır.
34. Sorunun cevabının muhatabı utandırma ihtimali olan hususlarda önce nazik bir hazırlık süreci hazırlamış ve soruyu öyle cevaplandırmıştır.
35. Sorunun cevabının muhatabı utandırma ihtimali olan hususlarda üstü kapalı olarak kinaye yoluyla ve işaret ederek yetinmiştir.
36. Kadınlara öğretmeyi ve nasihat etmeyi de asla ihmal etmemiştir.
37. Talim ve tebliğde, kitabeti (yazma metodunu) da kullanmıştır.
38. Yabancı dilleri (mesela Süryaniceyi) öğrenmesi için bazı sahabeleri görevlendirmiştir ki bu husus da günümüzde dünyanın dört bir tarafında İslam’ın güzelliklerini öğrenmek isteyenlere karşı yapılacak vazifenin çok önemli bir basamağını teşkil etmektedir.


 10 
 : 04 Aralık 2013, 00:44:23 
Başlatan CeSuR - Son mesaj Gönderen: CeSuR
İslâmî bir farz: Tefekkür
Hz. Aişe (r.anha) validemizin naklettiği
ve sabah Hz. Bilal gelinceye kadar ağlayıp ibadet
eden sevgili Efendimiz’in durumunu anlatan hadisin
sonunda Hz. Peygamber, “Bu ayetleri (Âl-i İmran,
3/190-194) okuyup uzun uzun tefekkür etmeyenin
vay haline.” şeklinde buyurmaktadır. Hz. Peygamber’in bu ifadeleri ve o gece nazil olan ayetlerden, gecenin sessizliği içinde tefekküre dalmanın her mü’min için bir gereklilik olduğunu anlamak mümkündür. Muhasebeyi de tefekkürden ayırmak mümkün değildir. Müminin her gün, her saat, iyi-kötü, yanlış-doğru, günah-sevap yaptığı şeyleri gözden geçirip, hayırları, güzellikleri şükürle karşılaması; inhirafları, günahları istiğfarla gidermeye çalışması; yanlışları ve kötülükleri de tevbe ve nedametle düzeltmeye gayret etmesi adına önemli bir cehd ve insanın kendini isbat etmesi adına da ciddi bir teşebbüs sayılan muhasebe, adeta içe dönük ve biraz da pratik neticeleri olan bir tür tefekkür sayılabilir.


Hz. Ebu Bekir (ra) tefekkür ederdi



Hz. Ebu Bekir, geceleri, yatsı namazından sonra bir-iki saat kadar ev halkıyla sohbet ederdi. Onlar yattıktan sonra kalkar, abdestini tazeler, iki rekât namaz kılıp seccadesi üzerinde oturarak, huşû içinde tefekküre dalardı. Geceleyin kalkar, on rekât teheccüd ve üç rekât vitr kılar ve ev halkını da uyandırırdı. Arkasından sabah sünnetini kılıp camiye giderdi.


Lokman Hekim: Tefekkür Cennete ulaştırır


Lokman Hekim, tek başına ve uzun uzun düşünürdü. Dostları kendisine uğrar ve “Yalnız niye oturuyorsun, toplum arasına karışıp onlarla kaynaşsan daha iyi olmaz mı?” deyince, Lokman; “Yalnızlık, tefekkür için daha uygundur. Tefekkür insanı Cennet yoluna ulaştırır.” cevabını verirdi.


Geceleri yattığımda; Kur’an’ı düşünürüm


Mutarrif’in şu sözleri bize tefekkürü ne güzel anlatır: “Geceleri sırt üstü yatağıma uzanır, Kur’ân’ı düşünür ve amelimi Cennet ehlinin ameliyle kıyaslarım. Onların, altından kalkamayacağım şekilde amel yaptığını görürüm. Çünkü onları Kur’ân şöyle anlatıyor: “Geceleri pek az uyurlardı. Seherlerde istiğfar ederlerdi.” (Zariyat, 51/17) “Onlar ki, gecelerini Rabb’lerine secde ederek (O’nun huzurunda ayakta) durarak geçirirler.” (Furkan, 25/64) “Yoksa o, gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak ibadet eden, ahiretten korkan ve Rabb’inin rahmetini uman gibi midir? De ki, “Bilenle bilmeyenler bir olur mu?” Doğrusu ancak akl-ı selim sahibi olanlar öğüt alır.” (Zümer, 39/9)


***


Hz. Ali: “Tefekkürü olmayan bir susma, unutkanlık ve dalgınlıktır.”
Hasan el-Basri: “Bir saat tefekkür, bir gece ibadetin­den hayırlıdır.”
Zünnun el-Mısrî: “İbadetin anahtarı tefekkür, isa­betli yolda olmanın alâmeti heva, heves ve nefse muhalefettir.”
Mumşad ed-Dineverî: “Hakimler hikmeti, te­fekkür ve sükût ile elde etmişlerdir.”
Ebu Süleyman ed-Dâranî: “Gözünüzle ağlamayı ve kalbinizle düşünmeyi âdet haline getirin.” Mansur b. Ali: “Hikmet, ariflerin kalbinde sıdk diliyle, zahidlerin kalbinde tafdil diliyle, abidlerin kalbinde tevfik diliyle, müridlerin kalbinde tefekkür diliyle, alimlerin kalbinde ise tezek­kür diliyle konuşur.” Ömer b. Abdülaziz: “Allah’ın nimetleri üzerinde düşünmek en makbul ibadetlerdendir.”
Ailem dergisi Sayı:175



Sayfa: [1] 2 3 ... 5


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz

MySQL Kullanıyor PHP Kullanıyor Powered by SMF 1.1.20 | SMF © 2006-2011, Simple Machines XHTML 1.0 Uyumlu! CSS Uyumlu!
Bu Sayfa 0.061 Saniyede 16 Sorgu ile Oluşturuldu

Türkiyenin hatta Dünyanın En çok Dinlenen iSLami Radyo Sitesinden bir birinden güzel ilahileri ezgileri islami sohbetleri dinleyebilirsiniz.

Copyright © Radyo Nebi - 2010

iSLami Radyo Dinle